|
|
YEDİ ASIR, ALTI SATIR...
|
olay değil gerçekten de yedi asrı altı satıra sığdırmak, hele ki sevinç çığlıklarını yada acı feryatları satırlarla
ifade etmek çok zor. Bu yazımda sizlere belki de nice yedi asırlar geçirecek bir çınar ağacından ve onun son dört yılından bahsetmek istiyorum. 2000 yılının mayısında başladı her
şey, her zamanki gibi batıdan iş dönüşü Bursa’ya 35 km. kala Gölyazı beldesi tabelası ilişti gözüme ve hemen yanında eski rum adı ile ‘Apolyont’. Kendimi bildim
bileli tarihi ve turistik yerlere merakım vardır, işte bu meraktan olsa gerek araba dönüverdi beş km. aşağıya doğru. Biraz ileride Apolyont gölü yeni adı ile Uluabat ve gölün hemen
kıyısı ve de kıyısına çok yakın bir adada kurulmuş Gölyazı beldesi. Yolun sonunda belde girişinde yol ikiye ayrılıyor, ‘sahil yolu ve şehir’ yazan iki el yazımı tabela
ile yönleniyorsunuz, aslına bakarsanız eninde sonunda her iki yol da kavuşuyor bir birine.
Şehir merkezine doğru ilerlediğinizde sizi yarım adanın sonunda ulu bir çınar ile
bir köprünün karşıladığını görebilirsiniz, 8 sayısını gözünüzün önüne getirin, bir yarısı gölün içinde ada, diğer yarısı da kara bağlantılı ve yaklaştığı noktada da bir köprü ile
bağlantı var. Köprü özellikle kış aylarında anlam kazanıyor çünkü yükselen göl suları ada ve karayı bir birinden ayırıyor, yaz aylarında ise köprüye paralel alttan servis yolu
kullanmak mümkün. Beldeyi dolaşıyorum, gözüme çok eski evler yine Rumlardan kalan bir kilise adanın etrafını saran surlar, kale duvarları ve antik tiyatro kalıntıları ile gölde
imarı olmayan irili ufaklı 3-4 ada daha dikkati çekiyor, hatta bu adalardan birinde bir manastır bulunduğu ve bu manastırın kale içerisinden bir dehliz ile beldeye bağlantısı olduğu
bile söylenmektedir.
|
|
elde sakinlerinin geliri, yüzde 90 balık ve kerevite dayanmaktadır, tabii ki azda olsa bunun getirdiği yan işlerde mevcut, mesela akaryakıt
temini, ağ yapımı, av malzemesi satışı, tekne ve sandal tamiri, meraklısına kayık ile ada ve göl gezintisi gibi yan gelirlerde var.
Bazı çiftçi aileleri de zeytin, incir, süt,
et, yumurta, bal ve tavuk ile geçim sağlıyorlar ama dediğim gibi bu oran yüzde 10 u geçmez. Bursa’dan ulaşım için sabah öğle ve akşam olmak üzere, Gölyazı belediyesine ait
otobüs seferleri mevcut. Göl aynı zamanda kerevit bakımından çok verimli, yakın mesafedeki Akçalar beldesindeki Kerevitaş işleme tesisleri dışa açılım ile ihracatımızı
desteklemektedir. Göl turu, ada turu derken, bu yöreden ve tarih kokan sokaklardan oldukça etkilenmiş durumda köprü başındaki çay bahçesine oturdum, aldığım bir bardak sodayı
yudumlarken hemen yanı başımda yükselen çınara takıldı gözüm. Ve şunları düşündüm, benim 1 bir saatte dolaşıp ‘burayı da gördüm’ dediğim yerde belki de bin yıldır nöbet
bekleyen bu ağaç kim bilir ne savaşlar, acılar, düğünler ve ölümlere şahit olmuştu, sanki roman gibiydi, bir şiirdi adeta yaşadıkları. Bana soda getiren garsona ve yan masadaki en
az çınar kadar yaşlı görünen dedeye ağacın yaşını sorduğumda bana bir sayı söyleyemediler, adı nedir sorusuna da belli bir adı yok bazıları ‘Koca çınar’ der cevabını
aldım. Oradan kalktım, köprüyü tekrar yürüdüm saat akşamın yedi buçuğu olmuştu belediye başkanı yerinde olmayacağı kesindi ama ufacık adada nereye gidebilir. Belediye binasının
önündeki çınarların altında otururken buldum Cavit Beyi, tanıştık görüştük. Çınarla ilgili pek bir şey o da aktaramadı, fakat üç yıl önce üniversiteden bir ekibin yaş tespiti için
uğradığını söyledi.
Bende başkana, çınarın altında birkaç satırla karaladığım şiiri gösterdim, sayın başkan çok güzel gibisine başını sallayıp, yüzüme ‘her işimiz tamam
birde ağacımızın şiiri eksik’ der gibi
bakıyordu. Ben başkana bu şiiri bir mermer levha üzerine yazıp ağacın yanına koyup koyamayacağımı sorduğumda, işletme sahibinin izini
olması gerekir. Belediyenin ödeneği yok bütçe sıkıntısı var dedi. Bu günün şartlarında başkan haksız da değildi. Bende eğer bu ağacı iyi reklam edebilirsek, biyo-fizik yapısını,
yaşını, konumunu, su damlayan dallarını ön plana çıkara bilirsek belde için yerli yabancı turist akımı oluşturarak ziyareti ve dolayısıyla ticareti artıra bileceğimizi belirttim.
|
|
rtesi gün soluğu Uludağ Üniversitesinde aldım, amacım ziraat fakültesine gitmek ve ağacın raporunu bulmaktı, ilk olarak kendi tanıdığım psikiyatri hocam Selçuk Bey’e
konuyu açtım oda bana bu araştırmaların İstanbul Teknik Üniversitesi tarafından yapıldığını ve Bursa kültür park içerisindeki arkeoloji müzesinden bilgi alabileceğimi söyledi.
Arkeoloji müzesinde yaptığım görüşmelerin sonucunda, Bursa Tophanedeki kültürel varlıkları koruma derneğine gittim. Aradığım çınarın dosyası, yaşı, envanter numarası, karar
numarası, tescil tarihi çıkarıldı, ben tüm bu bilgiler ile orman bölge fidanlıklar müdürlüğüne oradan da park ve bahçeler müdürlüğüne gittim, amacım bu muhteşem ağacın iki ayrı
cephesine birer tane plaket alabilmekti. Park ve bahçeler müdürlüğü bana seri plaket yapımının durduğunu ama istersem Haşim İşcan caddesindeki Sedef tabelada yetki olduğunu ve bu
resmi yazı ile yaptırabileceğimi belirtti. Plaketler çıktı fakat yine belediyeden ödenek çıkmadı, olsun iki tane plaket bu işin belki de en ekonomik bölümüydü.
Sıra geldi şiirin
yazılması, nakliyesi ve montajına, her şey iyi gidiyor hiçbir aksilik yok fakat
benim içimde ifade edilmez bir heyecan ve korku ile karışık endişe vardı, bu aslında Gölyazı
beldesi halkının beni, yapılanları ve şiiri nasıl karşılayacağına dayanan bir endişeydi.
beklenen gün geldi, kamyonet ile şiirimiz indirildi çınarın altına, demirli kiriş betonda
atıldı
Her şey çok iyi gitti, aradan 10-15 gün geçti, halktan hiçbir olumsuz tepki gelmedi.
Takip eden günlerde, belde girişine sahil yolu kavşağına ve ağacın yanına da
‘ağlayan çınar’
yazan taştan oyma yarım metreküp hacimli iki ayrı yön taşı yaptırdım. evet burada ilk kez ağaç için ‘ağlayan çınar’ adını kullandım, çınar
adeta ağlıyordu, yere paralel uzanmış dev bir gövde ve içinden dökülen billur gibi bir su ve buna eşlik eden dallar, bazı zamanlar var ki dalların ucundan kan ağlarcasına renkli ve
yürekleri buran gözyaşları, göle karışıp gidiyor. bakın bir hafta sonu ziyaretçisinin şiiri okuduktan sonra yorumu şöyle oldu;
‘yedi asır’ı, altı satır’a
sığdırmak kolay olmasa gerek’ buna kulak misafiri olduğumda çok etkilendim ve şiirimi yeniden ilk defa gelen bir ziyaretçi gibi okudum....
TARİHİN
VERDİĞİ YORGUNLUKLA, YAN YATMIŞ ULU BİR ÇINAR.
LAKİN YAŞAMAKTAN UMUDUNU KESMEMİŞ, UZANMIŞ ÖYLESİNE
BAĞRI YANIK, YAPRAKLARI HÜZÜN, İÇİ KAN AĞLARCASINA
SAVAŞLARA,
ACILARA, KARA SEVDALARA, TERCÜMAN OLURCASINA
ARDINDA, SEVGİ BAHÇESİ AÇAMAYAN GONCA BİR GÜL
ÖNÜNDE, OLUK OLUK GÖZ YAŞLARININ ESERİ, KOCA BİR
GÖL..
Sanki bu dizeleri ilk kez duyarcasına doldu gözlerim. Bir şeyler daha yapmak lazımdı bu belde ve ağlayan çınar için, ilk önce bir çeşme yapmayı
planladım ardından da gözyaşlarını toplayıp gösterebileceğimiz mermerden oyma, büyük çınar yaprakları. Haziran ayının 15’' i oldu okullar kapandı insanlar gezecek sakin
yerler ararken ağlayan çınardan bihaber hafta sonları tatiller akıp gitmeye başladı.
|
u kez, Gölyazı ve ağlayan çınarın tüm Türkiye’ye
duyurulması çabasına girdim, öncelikle yerleşim biriminin ve ağacın toplam 30 adet digital fotoğrafını çekip diz üstü bilgisayara yükleyerek ilk önce Köy hizmetleri bölge müdürlüğü
asfalt işleri müdürü ile 5 km. lik yolun asfalt tamirleri ile giriş deltalarının ve kavşağın düzenlenmesini istedim ve bunu isterken de bilgisayardan durumu ve sorunları anlattım,
bu görüşme başarı ile tamamlandı.
Daha sonra Karayolları Bölge müdürlüğü için randevu aldım, randevuyu şimdi bir kez daha bu yazım da teşekkür edeceğim Hikmet Işıtan Bey'den
aldım. Görüşmenin konusu bu kez asfalt değil karayolu bilgi levhasıydı. epey bir sözlü görüşmenin arkasından slide izlenimlerini takiben karayolları müdürümüz bana şunları
sordu.
- Bu "ağlayan çınar" ismi nerden geliyor.?
- Ben uydurdum efendim.
- Sen mi? Uydurduğun. eeee! uydurduğun isme devletten
levhamı istiyorsun.
- Bu levha, beldenin turizmi ve kalkınması için kilit görev teşkil edecek kanısındayım.
- Senin bundan ne menfaatin var?, halka mâl
olmuş bir isim olması gerekmez mi?
- Peki müdürüm, çok özür dilerim, Türkiye’den bazı örnekler vereceğim hem de kimsenin menfaatinin olmadığı, Ayvalık'ta
"şeytan sofrası" Şile'de "ağlayan kaya" Fethiye'de "ölü deniz"
Manavgat'ta "titreyen göl" ve daha kim bilir neler. Bunları kim uydurmuş? Sayın
müdürüm deniz ölüyor, göl titriyor da, çınar neden ağlamasın, bırakın bizim çınar da ağlasın.
- Peki dediğin gibi olsun, onbeş gün içerisinde bu işi
bitiririz.
|
|
|
|